Manevi Tazminat, Eleştiri Hakkı


T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
25. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2017/1257 Esas
KARAR NO : 2017/1318

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : VEDAT YILDIRIM (33210)
ÜYE : GÜNEŞ DENİZ ÖZTUNÇ (35171)
ÜYE : SEDA DUYSAK FİDAN (42579)
KATİP : PINAR PAŞA KARAPIÇAK (186095)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ANKARA 21. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 20/06/2017
NUMARASI : 2016/413 Esas, 2017/278 Karar
DAVACI : I. S. -
VEKİLİ : Av. Ş. M.
DAVALI : N. V. -
VEKİLİ : Av. GÖKÇEN TOPÇU- Merkez Mah. Perihan Sk. No: 116 Kat:2 D:7 Şişli/ İSTANBUL
DAVANIN KONUSU : Tazminat

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine açılan davanın yapılan yargılaması sonunda davanın kısmen kabulüne dair hükme karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi. Gereği görüşülüp düşünüldü:
İDDİA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 1983 yılından başlayarak 2002 yılına kadar bakan ve milletvekili olarak görev yapmış olduğunu, 1980 askeri darbesine kadarda iki dönem İzmir'de Buca Belediye Başkanlığı görevinde bulunduğunu, 51 , 52, 53, 54 ve 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinde bakan olarak görev yaptığını, 2002 yılında aktif siyasi hayattan çekildiğini, müvekkilinin siyasi hayattan çekilmesinden bu yana 14, davalının gerçek dışı beyanında bahis ettiği bakan olma olayının üstünden de 21 yıl geçtiğini,
Davalı Nurettin Veren’in 15 Temmuz darbe girişiminden sonra televizyon televizyon gezerek bir zamanlar müridi olduğu, falakaya adam yatırmak dahil bütün pis ve karanlık işlerinin içinde olduğu, Fethullah Gülen'i kötülemeyi, bunu yaparken de, son 14 yılın, her istediğini veren iktidarın sorumluluğunu hafifletmek için, son otuz yıldır bu ülkeyi yöneten T. Ö., S. D., B. E., T. Ç.,Genelkurmay eski Başkanı İ. H. K., TBMM Eski Başkanları H. C. ve H. Ç.'i isimlerini de vererek terör örgütüyle ilişkilendirmeye çalıştığını,
Davalının 6 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk televizyonunda katıldığı yaklaşık beş saat süren "Türkiye'nin Gündemi" isimli TV programında ".N. V.: Burada söylediğimiz şey bugün için değil, T. Ç. Zamanında M. A.’in Bakan olması için, I. S.'ın, milletvekiliydi 15 sene ama hiç Bakan olmamıştı ve U. S.'in Bakan olması için ben rica ettim. Hocanın şeyi He....." dediğini, davalının bu konuşma ile, müvekkili I. S. ve diğer bazı eski bakanları isim vererek Fethullah Gülen ile irtibatlandırdığı ve bunların Fethullah Gülen'in isteği için T. Ç. tarafından bakan yapıldıklarını ileri sürdüğünü, davalının bu beyanının gerçek dışı olup hem kendi beyanıyla hem de müvekkilini bakan olarak atayan Başbakan T. Ç.'in açıklamalarıyla sabit olduğunu, sayın Ç.’in davalının bu hayal mahsulü açıklamaları üstüne yaptığı yazılı basın açıklamasında "....Daha önceki bir beyanımda belirttiğim üzere bu tür iddialar gerçek değildir. Şahsıma bu yönde bir tavsiye bir telkin yapılmamış ve yapılmasını mümkün kılan bir yönetim anlayısı söz konusu olmamıstır.” dediğini,
Müvekkilinin 5 Ekim 1995 tarihinde Bakan olduğunu, davalının ise gazeteci Merdan Yanardağ'ın "Türkiye Nasıl Kuşatıldı? Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası" adlı kitabında yer alan açıklamasında " İlk fikir ayrılıkları aslında 1995 yıllarında başladı ama henüz tam olarak kesinleşmemişti...." dediğini, eğer davalı ile Fethullah Gülen'in fikir aykırılıkları 1995 yılında başlamışsa, Fethullah Gülen’in davalıya nasıl güvenip, bakanlık için Ekim 1995 de aracı olmasını istemiş olabileceğini, bu açıklamanın hayatın olağan akışına aykırı olduğunu,
Davalının TV izleyicisini kandırmak için her yalanı yüzü kızarmadan söyleyebilen bir insan olduğunu, ayrıca konuşmanın muhtelif yerlerinde, diğer bazı kişilerle beraber müvekkilinin kendisini Cumhurbaşkanı S. D. ile görüştürdüğünü de ileri sürdüğünü, bunun yanında davalı aynı program da yaptığı bir diğer açıklamada da, M. A. için de, Fethullah Gülen'in isteği üzerine milletvekili olmamasına rağmen "pat diye" bakan yapıldığı yalanını söyleyebildiğini, devletin arşivlerinin açık olduğunu, M. A.’in 1996 yılının Kasım ayında Doğru Yol Partisi İstanbul Milletvekiliyken bakan olarak atanmış olduğunu, yıllarca Fethullah Gülen denen gayri milli, ABD maşası, dinci karanlık adamla, gönüllü olarak kader birliği, yol arkadaşlığı ve suç ortaklığı yapan davalı N. V.in, bu kezde Fethullah Gülen yerine siyasi iktidara yanaşmak ve yaranmak adına olsa gerek, hiçbir delile dayanmaksızın yeni kumpaslarını, vatansever, laik, Atatürk milliyetçisi insanlara yöneltmiş olduğunu, davalının, program da açıklamalarına inandırıcılık sağlamak için devamlı olarak yalan söylediğini, program CD'sini RTÜK'ten temin ederek bilirkişi çözümlemesi yaptırdıklarını, mahkemeye sundukları bilirkişi çözümünün 188. sayfasında Cumhurbaşkanı olan S. D. ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüştüğünü söylediğini, Cumhurbaşkanlarının görüşmelerini kendilerine tahsisli "Çankaya Köşkünde" yaptıklarını, bu nedenle Cumhurbaşkanı'nın gece saat 12'de davalı ile görüştüğü iddiası geniş izleyici kitlesi üstünde, "önemli adam, bu nedenle söyledikleri doğrudur" kanaati yaratmaya yönelik gerçek dışı beyanlar olduğunu,
Müvekkilimin siyasi hayatta bir yerlere gelmesi için kimsenin ve hele hele ilk okul mezunu bir adamın tavassutuna ihtiyacı olmadığını, davalının müvekkili ile ilgili söylediklerinin tamamı hayal mahsulü ve gerçek dışı olduğunu, müvekkilinin kendisini hiç görmediğini, konuşmadığını ve tanımadığını, bu çağda Fethullah Gülen'in bir insanı falakaya yatırırken, falaka sopasını tutacak kadar insanlıktan çıkmış bu kişinin bu açıklamaları gerçek dışı olduğu gibi kötü niyetle, Fethullah Gülen'e her istediğini veren iktidarın bu konudaki yanlışlarını örterken müvekkilini de küçük düşürmeyi amaçladığını, şeref ve haysiyetiyle oynadığını belirterek, 30.000 TL manevi tazminatın 06.08.2016 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
SAVUNMA: Davalı vekili cevap dilekçelerinde özetle; davacının 6 Ağustos 2016 tarihli CNN Türk kanalındaki televizyon programında müvekkilinin I. S.'ı ve diğer eski bakanları Fetullah Gülen ile ilişkilendirdiğini ileri sürdüğünü, bu iddianın tam olarak doğru olmadığını, müvekkilinin anılan programda kendisiyle dönemin başbakanının, atanacak bakanlar konusunda iletişime geçtiğini, bunun üzerine başbakana I. S. ve diğerlerinin isimlerini önerdiğini ifade ettiğini, bu durumun müvekkilinin kaleme aldığı ABD'nin Truva Atı Fetullah Gülen Hareketi Kuşatma (Siyah Beyaz Yayınevi, Nisan 2007) adlı kitabında detaylarıyla açıklanmış olduğunu,
Davacı tarafın, müvekkili ile herhangi bir ilişkisi olmadığını ileri sürmesine rağmen ibraz ettiği fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere, müvekkili ile davacının 1995 ve öncesinde tanışıklıkları ve aralarında bir hukuk olduğunun açık olduğunu, davacı tarafın dilekçesi ekinde sunmuş oldukları CD çözümünü kabul etmediklerini, söz konusu çözümlerin söyleşiyi tam ve doğru yansıttığının şüpheli olduğunu, ehil ve tarafsız bilirkişilerce çözümlenmesini talep ettiklerini, davacı tarafça dönemin Başbakanı Sayın T. Ç. yapmış olduğu basın açıklaması delil olarak gösterilmiş ise de, söz konusu basın açıklamasının dava dışı T. Ç.'in, kamuoyunda kendi itibarını koruması amacıyla düzenlendiğini, bu basın açıklamasında T. Ç.’in kendisi ile ilgili iddiaları cevaplamadığını sadece bu iddialar asılsız diyerek işin içinden çıktığını, dönemin Başbakanı T. Ç.'in Fetullah Gülen ile yakın ilişkisi olduğunun kamuoyunca bilindiğini, Fetullah Gülen hareketinin maddi kaynağı olan Bank Asya'nın açılışında çekilen fotoğrafın bu ilişkiyi kanıtladığını, söz konusu TV programında yapılan konuşmalar direk olarak davacı tarafa saldırı niteliğinde olmayıp dönemin konjonktürel durumunu anlatmakta olduğunu, 15 Temmuzdan sonra gelinen süreçte, bu hareketin devlet içinde nasıl örgütlendiğinin ve kök saldığının ortaya çıkmasının çok daha önemli hale geldiğini, müvekkilinin bu konuda toplumu aydınlatma görevini yerine getirmeye çalıştığını, ifadelerde davacıyı hedef almak ve itibarsızlaştırmak amacı güdülmediğini, toplumsal bir sorumluluğun yerine getirilmesi düşüncesinde olunduğunu, manevi tazminatın koşulları oluşmadığından açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARAR ÖZETİ : Mahkemece, davalının 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 06 Ağustos 2016 tarihinde CNN Türk televizyonunda "Türkiyenin Gündemi" isimli tv programda "...Burada söylediğimiz şey bugün için değil, T. Ç. zamanında M. A.'in bakan olması için, I. S.'ın, milletvekiliydi 15 sene ama hiç bakan olamamıştı ve U. S.'in bakan olması için ben rica ettim. Hocanın şeyi ile..." şeklinde ifadede bulunduğu, davalının söz konusu konuşma ile davacıyı Fethullah Gülen ile irtibatlandırmış ve Fethullah Gülen'in isteği ile T. Ç. tarafından bakan yapıldığını ifade ettiğini, davacının 1983 yılından başlayarak 2002 yılına kadar bakan ve milletvekili olarak görev yaptığını ve 1980 yılına kadar da iki dönem Buca Belediye Başkanlığı görevini yaptığını, T. Ç.'in davalıya yönelik basın açıklaması da dikkate alındığında, davalının konuşmalarının gerçeği yansıtmadığı ve bu konuşmaların davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu sonucuna varılarak tarafların sosyal ve ekonomik durumları, olay tarihi, olayın özellikleri, kusur durumu, zararın ağırlık derecesi dikkate alınarak hak ve nesafet ölçüleri içerisinde davacı yararına 4.000TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle;
1- İlk derece mahkemesinin dava konusu vakıayı davacının beyanlarını esas alarak değerlendirdiğini, müvekkilinin televizyon programındaki konuşmalarının bizzat görgüsü ve bilgisi dahilinde yaşananların dile getirilmesi olduğunu, cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde açıkladıkları üzere müvekkilinin davacı ile siyasi ve sosyal faaliyetler kapsamında iletişim içinde olduklarını,
2- Mahkemenin davacı ve dönemin başbakanının beyanlarını doğru kabul ettiğini, davalı müvekkilin açıklamalarını ve bu açıklamaları destekleyen resimleri hiç dikkate almadığını, mahkemenin davacının beyanını doğru sayıp, davalı müvekkilin beyanlarını ve bu beyanları destekleyen fotoğrafları dikkate almamasının hukuka aykırı olduğunu, müvekkili ile dönemin başbakanının görüştüğünün fotoğraflarla sabit olduğunu, eksik araştırma ve yanlı beyanların hükme esas alınmasının hukuka aykırı olduğunu,
3- Müvekkilinin beyanlarının davacının kişilik haklarına saldırı olarak değerlendirilemeyeceğini, müvekkilinin kendi kişisel eylemlerinden söz ettiğini, geçmişte bir çok siyasinin bugün terör örgütü yöneticisi olarak kabul edilen Fethullah Gülen ile ilişki kurduğunun herkes tarafından bilindiğini, kamuya mal olmuş bir olayın müvekkili tarafından anlatılması olarak yorumlanması gerektiğini,
4- Hüküm altına alınan manevi tazminatın fahiş olup söz konusu tazminatı ödeyebilecek maddi durumu olmadığını, resen görülecek sebeplerle dahi kararın istinaf incelemesi sonucunda bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR : Dava konusu televizyon programında kullanılan ifadelerin davacının kişilik haklarını ihlal edip etmediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
DELİLLERİN TARTIŞILMASI, DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:
Dava, kişilik haklarının zedelenmesinden dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
Davacı, davalının bir TV programında kendisi ile ilgili sarf ettiği sözler nedeniyle kişilik haklarının zedelendiği iddiasıyla 30.000TL manevi tazminat ödetilmesini istemiş, davalı dava konusu ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği, herkesçe bilinen vakıalara yönelik yorumlarından ibaret olduğunu, ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığını savunmuştur. Mahkemece davanın kısmen kabulü ile 4.000TL manevi tazminat ödetilmesine karar verilmiş olup süresi içinde davalı vekili tarafından yukarıda yazılı sebeplerle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Davacının, kişisel itibarının korunması meşru amacıyla eldeki davayı açtığı, buna göre davanın kanuni dayanağının Anayasanın 17. maddesi, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu olduğu tespit edilmiştir.
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."
Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. ( Anayasa Mahkemesi Başvuru No: 2013/1123, 02/10/2013, paragraf 33) Başka bir deyişle kişisel itibarının korunması hakkı, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir.
İlgili diğer kanun maddeleri şöyledir.
Türk Medeni Kanunu 24. madde “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır."
Türk Borçlar Kanunu 58. madde “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
Davalı, dava konusu edilen ifadelerin ifade ve düşünce özgürlüğü hakkı sınırları içinde ve eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Anayasamızın 25. maddesi uyarınca “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
1982 Anayasasının 90.maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hal böyle olunca; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşme hükümlerini yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
AİHS'nin 10. maddesinde “1.Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” hükmü bulunmaktadır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşmenin 10(2) maddesinde yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirdiğini hatırlatır. Ancak, söz konusu ifade, hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşmenin 10(2) maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğunu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens v. Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Davacının, kişisel itibarının ve şöhretinin korunması meşru amacıyla Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda gösterilen maddeleri uyarınca, davalının ifade özgürlüğüne müdahale edilmesi talebinde bulunduğu tespit edilmiş olup, AİHM tarafından emsal davalarda uygulanan ilk iki kriterin mevcut olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda sınırlama gereksiniminin demokratik bir toplum için gerekli olup olmadığı, acil bir sosyal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının tartışılması gereklidir.
AİHM’e göre ifade özgürlüğü AİHS’nin 10/2.maddesine tabi olmak kaydıyla, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir (AİHM nin Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, Seri A No. 24, s.23, paragraf 49). Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın "demokratik bir toplum" olamaz.
Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu bir çok kez kabul etmiştir. Siyasetçiler yanında kamu görevlileri, topluma mal olmuş kişilere yönelik ifade özgürlüğünün sınırlarının da sıradan vatandaşlara oranla daha geniş olduğu kabul edilmelidir. Bunun nedeni anılan gerçek ve tüzel kişilerin üstlendikleri görev, yürüttükleri faaliyetlerin geneli ilgilendiren kamusal konulara ilişkin olmasıdır. Geneli ilgilendiren konulara dair tartışmalarda ifade özgürlüğünün yüksek değerinin başkalarının onur ve itibarının korunmasından daha önemli olduğunu kabul etmektedir. Elbette siyaset adamının veya kamu görevlisinin itibarını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Oberschlick/Avusturya Başvuru no 11662/8, 23 Mayıs 1991)
Dava konusu edilen ifadelerin 06.08.2016 günü CNN Türk kanalında yayınlanan “Türkiye’nin Gündemi” isimli bir programda sarf edildiği anlaşılmaktadır. Program konuklarının davalı Nurittin Veren ve Prof. Ahmet Keleş olduğu, içeriğin ise Fethullahçı Terör Örgütünün gerçek yüzünün ortaya çıkartılmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Program CD'sinin çözümünün davacı vekilince dosyaya ibraz edildiği, dava dilekçesinde davalının davacı hakkında söylediği ifade edilen sözlerin davalı tarafından inkar edilmediği görülmektedir.
Öncelikle anılan terör örgütünün 06.08.2016 günü bir televizyon programında konuşulmasını gerektiren nedenlerin ortaya konulması isabetli olacaktır. Ülkemizde 15 Temmuz 2016 günü hain bir darbe kalkışmasının yaşanmış olduğu bilinmektedir. Darbe girişiminin hemen ardından Ülkemizin her ilinde sabaha kadar devam eden demokrasi nöbetleri tutulmaya başlanmıştır. Darbenin Fetö mensuplarınca gerçekleştirilmek istendiği ortaya çıkmıştır. Bu örgütün toplumun her tabakasında ve her kurumunda bir yapılanması olduğu bu yapılanmanın öncelikle meşru olarak algılanmasına karşın 30 Ekim 2014 tarihinde gerçekleştirilen ve tarihinin en uzun süren, 10 saatlik MGK toplantısında Paralel Devlet Yapılanması'nın Kırmızı Kitap olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne ulusal güvenliği tehdit eden unsur olarak kaydedilmesine yönelik tavsiye kararı alındığı, örgüt tarif edilirken “Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği vurgulanmıştır." denilerek legal görünüm altında illegal faaliyetlerde bulunduğuna vurgu yapıldığı ancak 15 Temmuz 2016 gününde hain bir darbe kalkışmasının yaşandığı bu nedenle televizyon konuşmasının yapıldığı tarihte Türkiye’nin bir numaralı gündem maddesinin anılan terör örgütü olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
CD çözümünü içeren belgelerde; program konuklarının uzun süre adı anılan terör örgütünün içinde kaldıkları ve bu nedenle örgütün iç yüzünü, bağlantılarını, para kaynaklarını en iyi bilen kişiler oldukları belirtilerek kendilerine sorular yöneltildiği, konukların da bizzat kendi hayatlarını anlatarak sorulara cevaplar verdikleri görülmektedir. Davalı Nurittin Veren’in 1966 yılından 1996 yılına kadar bu yapı ile fikir birliği içinde olduğunu beyan ettiği, sonrasında nasıl fikir ayrılığına girdiği, bundan sonra neler yaşadığı şeklinde kendi hayat hikayesinden kesitler anlattığı görülmektedir. Program sunucu tarafından örgütün nasıl yapılandığının sorulması nedeniyle diğer program konuğu tarafından kronolojik olarak yapılmaya başlanan anlatıma davalı N. V.’in de dahil olarak örgüt adına siyasi kişiler ile kendisinin temas kurduğunu, bu temaslarının merhum Cumhurbaşkanı T. Ö. ile başladığını, ardından S. D. ve T. Ç. ile devam ettiğini, B. E. ile görüştüklerini, bu süreç içinde örgüt liderinin kendisine bildirdiği darbe olacak iddiasını iki kez İzmir’den tanışıklığı olduğunu beyan ettiği I. S. ve A. A. aracılığıyla ulaştığı dönemin Cumhurbaşkanına bildirdiğini söylediği ve davacının ismini iki kez bu bölümde andığı, sonrasında diğer program konuğunun örgütün kendisi tarafından yapılan şematik yapılanmasını anlattığı, örgüt mensuplarının kripto olmaları nedeniyle çözülemediği ve halen siyasetin içinde çok fazla olduklarından söz edildiği, geçmişte gündeme oturan siyasi parti milletvekilleri ve genel başkanı hakkında çıkan kaset operasyonları ile fetönün ilgisinin konuşulduğu, program sunucusunun bir muhalefet partisine yönelik kaset operasyonu konusunda ne düşünüyorsunuz sorusu üzerine davalının “...Çıktı ortaya MHP ye kaset operasyonu onun yaptığı, biz o zamanda biliyorduk ama sözümüze itibar eden olmadığı için. Şeyi de ben gösterecektim size Meral Akşener meselesini o zaman biz dedik ki bu şekliyle yapıyor yani, bakan atıyor, söylediği insanlar bakan, ya olur mu dediler yani. Sonra ben şeyi buldum ben arşiv de orijinal yaş imza ile bunları yapabiliyor fakat ispatlayamıyorsunuz.... Burada söylediğimiz şey bugün için değil, T. Ç. zamanında M. A. in bakan olması için, I. S. ın, milletvekiliydi 15 sene ama hiç Bakan olmamıştı. Ve U. S.in Bakan olması için ben rica ettim, hocanın şeyiyle belki o bilmiyor da olabilir. Fakat ona şunu sormak lazım milletvekili olmadığı halde pat diye nasıl bakan oldun. Kendiside bilmiyor olabilir,. ..” cümlelerini sarf ettiği anlaşılmıştır.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya baktığımızda; davacının dava dilekçesinde de ifade edildiği üzere, siyasi bir geçmişi olduğu, çeşitli aktif siyasi görevlerde bulunduğu, halen aktif siyasetin içinde olmasa da siyasi bir kimliği olduğu kuşkusuzdur. Davalı ise gazeteci-yazar olup, 2000'li yılların başından beri önceden hizmet veya cemaat olarak anılan 2014 yılından sonra milli güvenlik siyaset belgesine terör örgütü olarak yazılan yapı hakkında çeşitli kitaplar yazdığı, gazetelerde köşe yazıları, internet ortamında yayınlar ve TV programlarında açıklamalar yaptığı bilinen bir durumdur.
15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra bu yapının nasıl oluşturulduğu, arkasında kimin/kimlerin olduğu, tüm kurumlara nasıl sızdıkları ve bu kişilerin kim oldukları konusunda toplumsal merakın hat safhada olduğu kuşkusuz olup bu anlamda dava konusu TV programının içeriğine yönelik toplumsal ilginin bulunduğunun kabulü gereklidir. Yaşanılan hain ve kanlı darbe kalkışması nedeniyle bu kalkışmanın arkasında olduğu tahmin edilen terör örgütüne yönelik uzun süre içinde bulunduktan sonra düştükleri fikir ayrılıkları nedeniyle ayrıldıklarını açıklamış olan davalı ve diğer konuşmacı tarafından bu yapıya yönelik yapılan açıklamalarda kamusal yarar bulunduğunun kabulü de zorunludur. 15 Temmuz darbe kalkışmasından çok kısa bir süre sonra dava konusu edilen programın yayınlandığı ve davalının dava konusu edilen açıklamaları yaptığı değerlendirildiğinde konunun güncel olduğu da anlaşılmıştır.
Davalı, davacı ile birlikte çekilmiş bazı fotoğraflar ibraz etmiş olup, davacı anılan fotoğrafların fotomontaj olduğunu iddia etmediğine göre davalının, davacının siyasi yaşamı içinde çeşitli şekillerde kendisi ile temas kurduğu anlaşılmıştır. Davacının siyasi bir kimliği olduğu, siyaseti seçmekle bilinçli olarak tutum ve davranışlarını kamuoyunun denetimine açtığı düşünüldüğünde, davalının da gazeteci/yazar olarak bilgi ve haber verme hakkı kapsamında bizzat görgü ve bilgisine dayalı olduğunu, iddia edilen konular hakkında dönemin siyasi konjonktürüne yönelik kişisel değerlendirmelerini içeren açıklamalar yapması doğaldır.
Dava konusu edilen televizyon programının asıl vurgusunun önceleri bir sivil toplum örgütüne benzer şekilde ortaya çıkmış bulunan yapının nasıl ve ne zaman örgüt haline geldiği ile ilgili olduğu, davacının isminden bahsedilen bölümlerin ayrıntı niteliğinde kaldığı, davalının, dava konusu edilen açıklamasında gündemdeki terör örgütünün o zaman cemaat olarak anılan yapının liderinin bilgisi ve isteği dahilinde davacının da içinde bulunduğu bir kısım kişilerin bakan olması için dönemin başbakanı ile görüştüğünü, ancak bu durumdan kendilerinin dahi haberi olmadığını bildirmiş olup dönemin başbakanı yazılı bir basın açıklaması yaparak iddianın gerçek olmadığını açıklamış ise de, davacının cevaba cevap dilekçesinde de belirtildiği üzere siyasetçilerin temas kurduğu herkesi hatırlamasının beklenemeyeceği, davalının bir kişiyi veya kişileri hedef alarak konuşmadığı, kendisine yöneltilen sorulara yine kendi yaşadıklarını anlatarak cevaplar vermeye çalıştığı, bahsettiği olayların yaşandığı iddia edilen tarihler itibariyle değerlendirilmesi gerekeceği, davacının ifadelerinin bir suç isnadı içermediği, davacının ismini telaffuz etmiş ise de, anlattığı konudan kendisinin de bilgisi olmadığını açıkladığı, program sırasında ismi telaffuz edilen kişilerin cevap haklarını kullanabileceklerinin hatırlatıldığı görülmektedir.
Sonuç olarak, davalının televizyon programındaki açıklamalarının hedefinin davacı olmadığı, ülke gündeminde olan güncel nitelikli ve üst düzeyde kamusal yarar ve toplumsal ilgiye haiz bir konu hakkında bilgi ve görgüye dayalı izlenimlerini değer yargılarını da katarak ifade özgürlüğü sınırları içinde kendisine yöneltilen sorulara cevaplar vererek açıkladığı, davacının kişilik haklarını hedef almadığı, bir suç isnadında bulunmadığı, dönemin siyasi konjontürü içinde yaşandığını iddia ettiği bir olayı anlattığı, olayın muhataplarının konunun gerçek olmadığını bildirdikleri, böylelikle cevap haklarını da kullandıkları, davacının geçmiş siyasi kimliği gereği eleştiriye daha fazla katlanması gerektiği düşünüldüğünde, bu şartlar altında, davalının tazminat ödemeye mahkum edilerek ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir demokratik bir toplum için gereklilik bulunmadığı anlaşıldığından, ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya aykırı olup istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-3 maddesi uyarınca kabulü ile duruşma yapılmadan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması ile esastan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
A)Davalı tarafın istinaf başvurusunun duruşma yapılmadan KABULÜ ile, Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20/06/2017 gün ve 2016/413 Esas, 2017/278 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
B)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353.maddesinin 1.fıkrası (b) bendinin 3. maddesi uyarınca yeniden esas hakkında karar verilmesi gerektiği anlaşılmakla;
1)Manevi tazminat davasının REDDİNE,
2)492 sayılı Harçlar Kanunu'na ekli (1) sayılı tarife gereğince; alınması gerekli 31,40TL maktu karar ve ilam harcının,peşin alınan 512,33TLharçtan mahsubu ile fazla alınan 480,93 TL harcın talep halinde davacıya iadesine,
3)492 sayılı Harçlar Kanunu'na ekli (1) sayılı tarife gereğince; istinaf kanun yolu başvurusu sırasında peşin alınan 31,40TL istinaf karar ve ilam harcının talep halinde davalıya iadesine,
4)Davalı tarafça istinaf kanun yolu sırasında yapılan 29TL yargılama giderinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 326/1 maddesi uyarınca, davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
6)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 332/3.maddesi uyarınca, hükümden sonraki yargılama giderlerinin davacı tarafa yüklenmesine,
7)Davalı, vekil ile temsil edildiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 1.980TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
8)Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 333.maddesi uyarınca, yatırılan gider avansının kullanılmayan kısmının hükmün kesinleşmesinden sonra iadesine,
9)Temyizi kabil olmayan bu kararın, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 359/3.maddesi gereğince; ilk derece mahkemesi tarafından tebliğe çıkarılmasına,

Dair, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362.maddesi gereğince; miktar veya değeri kırkbir bin beş yüz otuz (41.530) Türk Lirasını geçmeyen davalara ilişkin kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağından miktar itibari ile kesin olmak üzere, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 24/11/2017 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 27/11/2017

2016   Topçu Hukuk Bürosu